30 Aralık 2010 Perşembe

Uykum Bitti Gözüm Açıldı

Yatağım ve yorganım tarafından esir alındım yoksa güne başlamak için geç kaldığımın ben de farkındayım.
Bi telefon hakkı verdiler onu da böyle kullandım. Pişman değilim. Bu esareti sevdim ve bedellerini kabullendim. O değil de, günü zırvalayarak kapattığım çok olmuştur ama hiç zırvalarla start vermemiştim günüme. Hayırdır inşallah.
Günaydın, gün başlasın!

18 Aralık 2010 Cumartesi

TEATRAL SONSUZLUK


Bu gece öyle planlarım var ki senin için… Bayılacaksın! Çok kısa sürede sonsuz şeyler yaşatacağım sana ve kavuşacaksın sonsuzluğa ve kaybolacaksın ve yok olacaksın ve…

Ahh, düşünemedim üzgünüm! Belki de sana yaşatacağım anların içinde uzun uzadıya kalmak, kendini yavaş yavaş kaybetmek isterdin.

Ama ne var biliyor musun?

Bu plan benim ve çoktan hazır hayata geçmeye, sabırsız.

Ve ne var biliyor musun?

Sen benimsin ve çoktan hazırsın o anı yaşamaya, sabrın da yok üstelik bilirim. Sen de beni bilirsin az çok ve işte tam da bu yüzden can atmaktasın sana sunacağımı söylediğim sonsuzluğu yaşamaya ve orda öylece kaybolmaya ve yok olmaya ve…

Merak etme seni öncekilerden çok daha fazla şaşırtacak ve altüst edeceğim. Sıradan soluklardan beslenen sıra dışı planıma bayılacaksın! Bir sanat  icra edeceğim karşında, seversin sanatı.


Her türlü ayrıntı düşünüldü. Önce sahneye ben çıkacağım hatta sadece ben orada olacağım ve harika seyirlikler sunacağım başrolü sana devrederken ve o başrole hapsolacaksın ve sıyrılamayacaksın hayatının(!) bu perdesinden; tabi artık seninkine hayat denirse ve ben hiç başrol olmamış gibi sıradan bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme, devam edeceğim öylece. Bilirsin, üstüme yoktur bu konuda.

Benim planımda sahneye çıkma sıran geldiğinde diğer bir planda sahneden çoktan inmiş olacaksın ve her planda başrol olmayı seven sen bu kez hiç umursamayacaksın nerede-nasıl olduğunu o teatral sonsuzluğa sürüklenircesine kavuşurken.

Bin bir sözcüğün, bin bir dokunuşun eşliğinde gerçekleştireceğim planımı. Bir parça merak, bir parça korku, bir parça müzik, bir parça heyecan, bir parça yalan, bir parça dans, bir parça çıplaklık, bir parça aldatma ve bir parça sevgi de olacak içinde her ikimiz için; ya da bir parça kan…

Günlerin getirdiği getireceği bu… Bu soğuk, karanlık, sessiz, sonsuz ve soluksuz mezar taşı.

Ve sen bu plana bayılacaksın!

Ve evet, ben de öyle!

16 Aralık 2010 Perşembe

Birileri Geldi Geçti


Biri anı yaşadı
Biri sordu
Biri anlattı
Biri geçmişe daldı
Biri geçmişi andı
Biri geleceğe ağladı
Biri dinledi
Biri uyudu
Biri minnettardı
Biri öfkeli
Biri kararsız
Biri mutsuz
Biri gülümsedi
Biri konuştu
Biri sıcacıktı
Biri buz gibi
Biri güldürdü
Biri sustu
Biri geldi
Biri gitti
Biri öyleydi
Biri böyle
Biri vardı
Biri yok
Biri yedi
Biri baktı
Birileri getirdi kıyameti böyle böyle. Güzel bir sofra kurduk, yedik.
Afiyet ve geçmiş ola!

15 Aralık 2010 Çarşamba

SOrma RUhum LARpadak


Sorular sormayı seviyorum. Cevaplar vermeyi de severim ama sorulara göre değişebilir. Soruları ben sorarsam sorun yok. Cevap veremeyeceğim sorular sormam kendime, gün kurtulur. Cevap veremeyeceğim sorular da sorarım ama her şeyin bir sırası var. Şimdi, şu an cevabı kolay sorularla güne başlıyorum:

-         Günaydın’ mı?
o       Ahh, evet kesinlikle. Güne erken başlamayı seviyorum ama uyumak da istiyorum. Sabahın körü körü uyandığım için sövüyorum kendime ama içten içe keyfim yerinde koca günü kayıplar arasından kurtardığım için.

-         Peki bana sabahın 7’sinde Bedük dinleten nedir?
o       Müziklerimin olduğu klasöre ulaşmak zor geliyor. Kendisi çok uzaklarda. Eğer bir sürü fişi takıp o klasöre ulaşmak zor gelmese ne dinlerdim bilemiyorum ama şu an en kolayı masaüstümde bulduğum ilk klasöre girmekti. Başkancım sağ olsun! Bedüksever’lerden özür diliyorum… Sadece odada ses olsun diye, sadece beni memnun etmek için söylüyor şu an Bedük ve ben susadım…

-         İnsanın bazen gerçekten rahatlamaya ve kendini bırakmaya ihtiyacı oluyor. O günlerden birini yaşadım; kendi içimde. Ogünlerden birini yaşadım; dostlarla. O günlerden birini yaşadım; çaktırmayın pek haberleri olmadı eğer gecenin hatırlamadığım bölümlerinde anlatmadıysam her bir şeyi. Rahatladım mı? Artık umurumda değil mi dünya?
o       Yoo! İşler hiç öyle yürümüyor. Uyandığında kaldığın yerden devam ediyorsun. ‘ Kes ’ , ‘ kopyala ’ , ‘ yapıştır ’ lar hiçbir işe yaramıyorlar. “ Neden acabaaa?? ” Basit. (…) ve ben susadım...

-         “Susadım susadım diyeceğine mutfak orda, git iç!” diye içinden geçiren yok değil mi?
o       Olmasın zaten. Burada oturduğu yerden iki fiş takıp istediği şarkılara ulaşmaya üşenen bir bünye var. Eğer bir sürü fişi takıp o klasöre ulaşmak zor gelmese ne dinlerdim bilemiyorum ama şu an en kolayı masaüstümde bulduğum ilk klasöre girmekti. Başkancım sağ olsun!

Arıza yaptı yine benimki. Unuttum. Yazının başında sormak istediklerim vardı kendime. Sırayla gideyim dedim, araya birkaç zırva sokunca –hep yaparım- hepsi uçuverdi. Eh demek ki onlar bugünün soruları değillermiş. Günler çuvala girmediyse başka gün sorulurlar. Günler çuvaldaysa şanslarına küssünler, cevaplarını benden alamayacaklar. Başkasına sorulabilirler tabi, cevaplarını da alırlar ama bana sorulmak isterler hep; severler beni. Sorular… Severler beni. Ben de…

Son soru:

-         Soruları mı daha çok severim cevapları mı?
o       Bilmem. Zor yerden geldi, çok arada kaldım. Soruma soruyla karşılık vermiş olacağım ama: Soruları mı severim cevapları mı?

Su içmeye gidiyorum ve döndüğümde üşenmeyip güne başlayacağım şarkı için ‘play’ e basacağım. Evet, artık biliyorum ne dinleyeceğimi. Başkancım sağ olsun!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Başlıksız- 1

(Bu başlığa aldanmayın, hali hazırda bir başlıksızım daha yok ama olabilir diye düşündüm. Başlıksızların yolu açık olsun diye attım bu başlığı.)

Ortaokuldaki kompozisyon derslerinden aklımda kalan tek şey hocamızın "Önce ne yazacaksanız yazın sonra yazdıklarınızı okuyup ona göre başlık atın." söylemidir ve uygulaması hep artı puan getirmiştir. Gelin görün ki bazı zamanlar yoldan çıkarım hala. Kendime bir başlık seçer ve altını doldururum gönlümce. Belki bu yağmayan yağmura şemsiye açmanın bir parça daha anlamlı halidir.
Ne dersiniz?

12 Aralık 2010 Pazar

Şemsiyeden Daha Fazlası


Üstüne uygun şemsiyesi yok diye yağmurlu havalarda eve kapanıyordu. Oysa, dışarı çıkıp yürümeye ne kadar ihtiyacı vardı. Dışarı çıkmalı, biraz yürümeli, insanları seyretmeli ve kendi kendine konuşup gülmeliydi sokaklarda ama ne ıslanası vardı ne de üstüne uygun bir şemsiyesi. İşin kötüsü, şemsiyesine uygun üstü de yoktu.
Öyleyse niye almıştı o şemsiyeyi?
Bir anlık alışveriş çılgınlığıyla para harcama hırsı onu ele geçirmiş ve düşünmeden alıvermişti işte; şimdi evdeydi. Yağmurlu havaların kasveti de burdan geliyordu onun için; takıntılarından. Pencere kenarına mahkum etti kendini, sınırını çizdi ve arkasında saklandı. Takıntılarından oluşan demir parmaklıklar "Dur!" diyordu ona ve o da duruyordu. Söz dinlerdi, o konuda hiç bir takıntısı yoktu.
Ama hangisi daha kötü?
Bir anlık alışveriş çılgınlığıyla gelen para harcama hırsının onu ele geçirmesi mi?
Üstüne uygun şemsiyesi ve şemsiyesine uygun üstü olmadığı için kendine olmayan demir parmaklıklar yaratması mı?
Ya da daha fazlası...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Ruhun Halleri

Ahhh… Açım yine… Midem boş… Öte yandan bir lokma daha yersem kusacağım. Kararsızım…

Neyse ki ruhum boş değil, aç değil, kararsız değil. Melodilerin masalında süzülmeyi seviyor. Yavaş yavaş bazen, her notayı öpe koklaya süzülüyor ruhum; öyle büyüleyici ki. Bazen koşup duruyor ardına bakmadan, korkmuş kaçıyor belli. Ah işte o zaman parçalayıveriyorum masal perdelerimi ki ruhum zarar görmesin. Başka neyim kaldı ki bana ait bana özel… Ve yine bir o kadar benim tarafımdan türlü işkenceye uğrayıp yine bana tapan. Ertesi gün yok olmayacağını biliyorum, beni bekler ruhum, bana sahip çıkar benim de ona sahip çıktığım gibi. İhanet etmez. Somut ihanetlerle kuşatılsa çevrem bu soyut sığınak korur beni, korur bedenimi, korur aklımı-fikrimi, duygularımı korur, şarkılarıma yer açar, dinler, bıkmaz… Ve ben söylerim, susmam, bağırır dururum- çoğu kez içimden… En ihtiyacım olduğu anda sarılır bana; ihtiyacım olmasa yine sarılır. O benim, ben oyum, o benim, ben onunum. O benim şeffaflığım, saydam yüzüm, ben onun görülebilirliğiyim. Melodilerin masalı… O rengârenk diyar… Her hali içinde barındıran âlem… İsmin halleri gibi insanın halleri ve insanın halleri ruhun hallerine bırakıyor yerini bu her rengi içine almış masalsı melodilerde.

(…)

Ruhumun yalın hali! Öylesine dingin… Melodiler o kadar sakin… Masal diyarı bir o kadar huzur dolu. Bir renk cümbüşü yaşatır ruhuma, ruhum da bedenime. Paylaşımcıdır ruhum kendine saklamaz renkleri.

Ruhumun -i hali! Bir şeyler göstermeye çalışıyor bana. Renklere sığınıyor, onlarla oynuyor. Melodilere anlamlar yüklüyor. Bir melodiden bin bir renk yaratıyor bana. Sürüklüyor, anlatıyor, hatırlatıyor, çırpınıyor… Belli ki bir şeyler göstermek istiyor bana. Ona yardımcı olmaya çalışıyorum. Görmem gerekeni görmeliyim. Geçte olsa!

Ruhumun -e hali! Hadi diyor bana, hadi! Hadi git durma. Yap! Ne istiyorsan, şimdi, bir saniye bile kaybetmeden yap. Ruhumun en asi yanı! Melodilerin masalsı dünyasından ışık saçıyor bana. Notalar yanı başımda, sevdiğim sesler benimle. Yol gösteriyor. Yalnız bırakmıyor, ışıksız da… Biliyor karanlıktan korktuğumu. Çünkü o benim, ben oyum, o benim, ben onunum. O benim şeffaflığım, saydam yüzüm, ben onun görülebilirliğiyim.

Ruhumun -de hali! Ne olduğumu, nerede olduğumu hatırlatıyor bana. Ben neyim, ben kimim, neyi severim, ne yaparım/ yapabilirim, ne düşlerim… Bazen nazik, sabırlı, uysal… Bazen kaya gibi, notaları tutup kafama fırlatır, benden daha acımasız. Ama bir şekilde beni anlatır bana, bize. Kendimi kaybetmiyorsam bu ruhumun -de hali sayesinde.

Ruhumun -den hali! Bir nevi maneviyat silsilesi. Yüzeysel yaşayıp giderken duyumsayamadıklarımı, özümseyemediklerimi, içime çekemediklerimi sezdiriyor bana. Melodileri soluduğum havaya karıştırıyor. Nefes alır gibi kolay… İçime çekiyorum, sonra dışarı salıveriyorum… Durmuyorum. Dolu dolu, derin derin bir nefes daha alıyorum. Yaşıyorum. Ben nefessiz kalana değin notalar karışacak soluduğum havaya. Nefesim kesildiğinde özgürler benim tarafımdan, başka ruhların bedenlerine can vermek üzere.

Nasıl insanın halleri ismin halleri gibi sınırlandırılamazsa, ruhun hallerine de bir sınır koyulamaz. O masalsı dünyadan beslendiği sürece değişecek, değişecek, değişecek! Her yeni melodide kendini yeniden bulacak ve kıpırdanacak, beni de oyununa dahil edecek. Çünkü o benim, ben oyum, o benim, ben onunum. O benim şeffaflığım, saydam yüzüm, ben onun görülebilirliğiyim.

Ruhum! Her halinle ihya ediyorsun beni. Sonu olan sınırlı somutluğumdan yok olmak nedir bilmeyen sınırsız soyut varlığına, sonsuz teşekkürler.

Ey okuyucu! Ruhunu melodilere ver, kendini ruhuna. Sonra bırak ruhun seni ele geçirsin, sarıp sarmalasın, beslesin, büyütsün... Melodilerin masalsı dünyasının ruhu, biricik ruhunu kutsasın!

…Ve hala açım! Nefesim kokuyorsa açlıktan bu iğrendirir mi seni? O zaman şimdi burada doyur beni. Off ama bir lokma dahi yersem kusacağım sanki. Bu daha iğrenç olmaz mı ne dersin? O zaman hadi doyur beni ve iğren!

Kararlıyım!