30 Aralık 2010 Perşembe

Uykum Bitti Gözüm Açıldı

Yatağım ve yorganım tarafından esir alındım yoksa güne başlamak için geç kaldığımın ben de farkındayım.
Bi telefon hakkı verdiler onu da böyle kullandım. Pişman değilim. Bu esareti sevdim ve bedellerini kabullendim. O değil de, günü zırvalayarak kapattığım çok olmuştur ama hiç zırvalarla start vermemiştim günüme. Hayırdır inşallah.
Günaydın, gün başlasın!

18 Aralık 2010 Cumartesi

TEATRAL SONSUZLUK


Bu gece öyle planlarım var ki senin için… Bayılacaksın! Çok kısa sürede sonsuz şeyler yaşatacağım sana ve kavuşacaksın sonsuzluğa ve kaybolacaksın ve yok olacaksın ve…

Ahh, düşünemedim üzgünüm! Belki de sana yaşatacağım anların içinde uzun uzadıya kalmak, kendini yavaş yavaş kaybetmek isterdin.

Ama ne var biliyor musun?

Bu plan benim ve çoktan hazır hayata geçmeye, sabırsız.

Ve ne var biliyor musun?

Sen benimsin ve çoktan hazırsın o anı yaşamaya, sabrın da yok üstelik bilirim. Sen de beni bilirsin az çok ve işte tam da bu yüzden can atmaktasın sana sunacağımı söylediğim sonsuzluğu yaşamaya ve orda öylece kaybolmaya ve yok olmaya ve…

Merak etme seni öncekilerden çok daha fazla şaşırtacak ve altüst edeceğim. Sıradan soluklardan beslenen sıra dışı planıma bayılacaksın! Bir sanat  icra edeceğim karşında, seversin sanatı.


Her türlü ayrıntı düşünüldü. Önce sahneye ben çıkacağım hatta sadece ben orada olacağım ve harika seyirlikler sunacağım başrolü sana devrederken ve o başrole hapsolacaksın ve sıyrılamayacaksın hayatının(!) bu perdesinden; tabi artık seninkine hayat denirse ve ben hiç başrol olmamış gibi sıradan bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme, devam edeceğim öylece. Bilirsin, üstüme yoktur bu konuda.

Benim planımda sahneye çıkma sıran geldiğinde diğer bir planda sahneden çoktan inmiş olacaksın ve her planda başrol olmayı seven sen bu kez hiç umursamayacaksın nerede-nasıl olduğunu o teatral sonsuzluğa sürüklenircesine kavuşurken.

Bin bir sözcüğün, bin bir dokunuşun eşliğinde gerçekleştireceğim planımı. Bir parça merak, bir parça korku, bir parça müzik, bir parça heyecan, bir parça yalan, bir parça dans, bir parça çıplaklık, bir parça aldatma ve bir parça sevgi de olacak içinde her ikimiz için; ya da bir parça kan…

Günlerin getirdiği getireceği bu… Bu soğuk, karanlık, sessiz, sonsuz ve soluksuz mezar taşı.

Ve sen bu plana bayılacaksın!

Ve evet, ben de öyle!

16 Aralık 2010 Perşembe

Birileri Geldi Geçti


Biri anı yaşadı
Biri sordu
Biri anlattı
Biri geçmişe daldı
Biri geçmişi andı
Biri geleceğe ağladı
Biri dinledi
Biri uyudu
Biri minnettardı
Biri öfkeli
Biri kararsız
Biri mutsuz
Biri gülümsedi
Biri konuştu
Biri sıcacıktı
Biri buz gibi
Biri güldürdü
Biri sustu
Biri geldi
Biri gitti
Biri öyleydi
Biri böyle
Biri vardı
Biri yok
Biri yedi
Biri baktı
Birileri getirdi kıyameti böyle böyle. Güzel bir sofra kurduk, yedik.
Afiyet ve geçmiş ola!

15 Aralık 2010 Çarşamba

SOrma RUhum LARpadak


Sorular sormayı seviyorum. Cevaplar vermeyi de severim ama sorulara göre değişebilir. Soruları ben sorarsam sorun yok. Cevap veremeyeceğim sorular sormam kendime, gün kurtulur. Cevap veremeyeceğim sorular da sorarım ama her şeyin bir sırası var. Şimdi, şu an cevabı kolay sorularla güne başlıyorum:

-         Günaydın’ mı?
o       Ahh, evet kesinlikle. Güne erken başlamayı seviyorum ama uyumak da istiyorum. Sabahın körü körü uyandığım için sövüyorum kendime ama içten içe keyfim yerinde koca günü kayıplar arasından kurtardığım için.

-         Peki bana sabahın 7’sinde Bedük dinleten nedir?
o       Müziklerimin olduğu klasöre ulaşmak zor geliyor. Kendisi çok uzaklarda. Eğer bir sürü fişi takıp o klasöre ulaşmak zor gelmese ne dinlerdim bilemiyorum ama şu an en kolayı masaüstümde bulduğum ilk klasöre girmekti. Başkancım sağ olsun! Bedüksever’lerden özür diliyorum… Sadece odada ses olsun diye, sadece beni memnun etmek için söylüyor şu an Bedük ve ben susadım…

-         İnsanın bazen gerçekten rahatlamaya ve kendini bırakmaya ihtiyacı oluyor. O günlerden birini yaşadım; kendi içimde. Ogünlerden birini yaşadım; dostlarla. O günlerden birini yaşadım; çaktırmayın pek haberleri olmadı eğer gecenin hatırlamadığım bölümlerinde anlatmadıysam her bir şeyi. Rahatladım mı? Artık umurumda değil mi dünya?
o       Yoo! İşler hiç öyle yürümüyor. Uyandığında kaldığın yerden devam ediyorsun. ‘ Kes ’ , ‘ kopyala ’ , ‘ yapıştır ’ lar hiçbir işe yaramıyorlar. “ Neden acabaaa?? ” Basit. (…) ve ben susadım...

-         “Susadım susadım diyeceğine mutfak orda, git iç!” diye içinden geçiren yok değil mi?
o       Olmasın zaten. Burada oturduğu yerden iki fiş takıp istediği şarkılara ulaşmaya üşenen bir bünye var. Eğer bir sürü fişi takıp o klasöre ulaşmak zor gelmese ne dinlerdim bilemiyorum ama şu an en kolayı masaüstümde bulduğum ilk klasöre girmekti. Başkancım sağ olsun!

Arıza yaptı yine benimki. Unuttum. Yazının başında sormak istediklerim vardı kendime. Sırayla gideyim dedim, araya birkaç zırva sokunca –hep yaparım- hepsi uçuverdi. Eh demek ki onlar bugünün soruları değillermiş. Günler çuvala girmediyse başka gün sorulurlar. Günler çuvaldaysa şanslarına küssünler, cevaplarını benden alamayacaklar. Başkasına sorulabilirler tabi, cevaplarını da alırlar ama bana sorulmak isterler hep; severler beni. Sorular… Severler beni. Ben de…

Son soru:

-         Soruları mı daha çok severim cevapları mı?
o       Bilmem. Zor yerden geldi, çok arada kaldım. Soruma soruyla karşılık vermiş olacağım ama: Soruları mı severim cevapları mı?

Su içmeye gidiyorum ve döndüğümde üşenmeyip güne başlayacağım şarkı için ‘play’ e basacağım. Evet, artık biliyorum ne dinleyeceğimi. Başkancım sağ olsun!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Başlıksız- 1

(Bu başlığa aldanmayın, hali hazırda bir başlıksızım daha yok ama olabilir diye düşündüm. Başlıksızların yolu açık olsun diye attım bu başlığı.)

Ortaokuldaki kompozisyon derslerinden aklımda kalan tek şey hocamızın "Önce ne yazacaksanız yazın sonra yazdıklarınızı okuyup ona göre başlık atın." söylemidir ve uygulaması hep artı puan getirmiştir. Gelin görün ki bazı zamanlar yoldan çıkarım hala. Kendime bir başlık seçer ve altını doldururum gönlümce. Belki bu yağmayan yağmura şemsiye açmanın bir parça daha anlamlı halidir.
Ne dersiniz?

12 Aralık 2010 Pazar

Şemsiyeden Daha Fazlası


Üstüne uygun şemsiyesi yok diye yağmurlu havalarda eve kapanıyordu. Oysa, dışarı çıkıp yürümeye ne kadar ihtiyacı vardı. Dışarı çıkmalı, biraz yürümeli, insanları seyretmeli ve kendi kendine konuşup gülmeliydi sokaklarda ama ne ıslanası vardı ne de üstüne uygun bir şemsiyesi. İşin kötüsü, şemsiyesine uygun üstü de yoktu.
Öyleyse niye almıştı o şemsiyeyi?
Bir anlık alışveriş çılgınlığıyla para harcama hırsı onu ele geçirmiş ve düşünmeden alıvermişti işte; şimdi evdeydi. Yağmurlu havaların kasveti de burdan geliyordu onun için; takıntılarından. Pencere kenarına mahkum etti kendini, sınırını çizdi ve arkasında saklandı. Takıntılarından oluşan demir parmaklıklar "Dur!" diyordu ona ve o da duruyordu. Söz dinlerdi, o konuda hiç bir takıntısı yoktu.
Ama hangisi daha kötü?
Bir anlık alışveriş çılgınlığıyla gelen para harcama hırsının onu ele geçirmesi mi?
Üstüne uygun şemsiyesi ve şemsiyesine uygun üstü olmadığı için kendine olmayan demir parmaklıklar yaratması mı?
Ya da daha fazlası...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Ruhun Halleri

Ahhh… Açım yine… Midem boş… Öte yandan bir lokma daha yersem kusacağım. Kararsızım…

Neyse ki ruhum boş değil, aç değil, kararsız değil. Melodilerin masalında süzülmeyi seviyor. Yavaş yavaş bazen, her notayı öpe koklaya süzülüyor ruhum; öyle büyüleyici ki. Bazen koşup duruyor ardına bakmadan, korkmuş kaçıyor belli. Ah işte o zaman parçalayıveriyorum masal perdelerimi ki ruhum zarar görmesin. Başka neyim kaldı ki bana ait bana özel… Ve yine bir o kadar benim tarafımdan türlü işkenceye uğrayıp yine bana tapan. Ertesi gün yok olmayacağını biliyorum, beni bekler ruhum, bana sahip çıkar benim de ona sahip çıktığım gibi. İhanet etmez. Somut ihanetlerle kuşatılsa çevrem bu soyut sığınak korur beni, korur bedenimi, korur aklımı-fikrimi, duygularımı korur, şarkılarıma yer açar, dinler, bıkmaz… Ve ben söylerim, susmam, bağırır dururum- çoğu kez içimden… En ihtiyacım olduğu anda sarılır bana; ihtiyacım olmasa yine sarılır. O benim, ben oyum, o benim, ben onunum. O benim şeffaflığım, saydam yüzüm, ben onun görülebilirliğiyim. Melodilerin masalı… O rengârenk diyar… Her hali içinde barındıran âlem… İsmin halleri gibi insanın halleri ve insanın halleri ruhun hallerine bırakıyor yerini bu her rengi içine almış masalsı melodilerde.

(…)

Ruhumun yalın hali! Öylesine dingin… Melodiler o kadar sakin… Masal diyarı bir o kadar huzur dolu. Bir renk cümbüşü yaşatır ruhuma, ruhum da bedenime. Paylaşımcıdır ruhum kendine saklamaz renkleri.

Ruhumun -i hali! Bir şeyler göstermeye çalışıyor bana. Renklere sığınıyor, onlarla oynuyor. Melodilere anlamlar yüklüyor. Bir melodiden bin bir renk yaratıyor bana. Sürüklüyor, anlatıyor, hatırlatıyor, çırpınıyor… Belli ki bir şeyler göstermek istiyor bana. Ona yardımcı olmaya çalışıyorum. Görmem gerekeni görmeliyim. Geçte olsa!

Ruhumun -e hali! Hadi diyor bana, hadi! Hadi git durma. Yap! Ne istiyorsan, şimdi, bir saniye bile kaybetmeden yap. Ruhumun en asi yanı! Melodilerin masalsı dünyasından ışık saçıyor bana. Notalar yanı başımda, sevdiğim sesler benimle. Yol gösteriyor. Yalnız bırakmıyor, ışıksız da… Biliyor karanlıktan korktuğumu. Çünkü o benim, ben oyum, o benim, ben onunum. O benim şeffaflığım, saydam yüzüm, ben onun görülebilirliğiyim.

Ruhumun -de hali! Ne olduğumu, nerede olduğumu hatırlatıyor bana. Ben neyim, ben kimim, neyi severim, ne yaparım/ yapabilirim, ne düşlerim… Bazen nazik, sabırlı, uysal… Bazen kaya gibi, notaları tutup kafama fırlatır, benden daha acımasız. Ama bir şekilde beni anlatır bana, bize. Kendimi kaybetmiyorsam bu ruhumun -de hali sayesinde.

Ruhumun -den hali! Bir nevi maneviyat silsilesi. Yüzeysel yaşayıp giderken duyumsayamadıklarımı, özümseyemediklerimi, içime çekemediklerimi sezdiriyor bana. Melodileri soluduğum havaya karıştırıyor. Nefes alır gibi kolay… İçime çekiyorum, sonra dışarı salıveriyorum… Durmuyorum. Dolu dolu, derin derin bir nefes daha alıyorum. Yaşıyorum. Ben nefessiz kalana değin notalar karışacak soluduğum havaya. Nefesim kesildiğinde özgürler benim tarafımdan, başka ruhların bedenlerine can vermek üzere.

Nasıl insanın halleri ismin halleri gibi sınırlandırılamazsa, ruhun hallerine de bir sınır koyulamaz. O masalsı dünyadan beslendiği sürece değişecek, değişecek, değişecek! Her yeni melodide kendini yeniden bulacak ve kıpırdanacak, beni de oyununa dahil edecek. Çünkü o benim, ben oyum, o benim, ben onunum. O benim şeffaflığım, saydam yüzüm, ben onun görülebilirliğiyim.

Ruhum! Her halinle ihya ediyorsun beni. Sonu olan sınırlı somutluğumdan yok olmak nedir bilmeyen sınırsız soyut varlığına, sonsuz teşekkürler.

Ey okuyucu! Ruhunu melodilere ver, kendini ruhuna. Sonra bırak ruhun seni ele geçirsin, sarıp sarmalasın, beslesin, büyütsün... Melodilerin masalsı dünyasının ruhu, biricik ruhunu kutsasın!

…Ve hala açım! Nefesim kokuyorsa açlıktan bu iğrendirir mi seni? O zaman şimdi burada doyur beni. Off ama bir lokma dahi yersem kusacağım sanki. Bu daha iğrenç olmaz mı ne dersin? O zaman hadi doyur beni ve iğren!

Kararlıyım!

30 Kasım 2010 Salı

Soru İşareti Ünlem Virgül Tırnak İşareti Konuşma Çizgisi Belki de Nokta

Canım sıkkın biraz, üzülüyorum.

Artık düşünmediğimi sandığım şeyler düşünürken buluyorum kendimi. Düşünmediğimi sandığın şeyler de cabası. Evet! Tüm bunları düşünüyorum ama sen bilmek zorunda değilsin ve bilmediklerin yüzünden bu aldanışın. En azından ben buna aldanış diyorum, sen ne dersen de. Umrumda olmadığından değil; sadece, öyle işte.

Canım sıkkın biraz, üzülüyorum.

Oturuyorum, sadece kuru bir oturmak... Ve şimdi bir de yazıyorum işte. Müzik bile dinlemiyorum. Kafamın içi bomboş ve bomboş bir ileti dolduruyor bu boşluğu tüm katma değeriyle. Ne kadar boşsa o kadar anlamlı bir ileti. İki adım öteden gelen sanal bir "İyi Geceler" mesajı.

Canım sıkkın biraz, üzülüyorum.

Şimdi, içime dönmeliyim o zaman. Kendime sormam gereken şeyler var ve görmem gereken rüyalar. Cevaplar rüyalarımda saklanıyor da.


Ehh hadi İYİ GECELER!

29 Kasım 2010 Pazartesi

Tembellik Siz Yüz Verdiğiniz Sürece Tazedir

Tazecik anlar.
Çıtır çıtır kelimeler.
Isırdıkça ağızda dağılan heceler.
(...)
"Bunu yazmalıyım!" dediğim gün tembellik yapıp yazmadıysam, o an, o fikir ya da o şevki yaşatan her neyse ertesi güne kalmaz. Kalır ama bayatlar. Oturup karalamaya başlarım ama çıtır çıtır dökülmez kelimeler. Son zamanlarda olduğu gibi... Neyse, zaten bayatlamış cümleleri sunmak olmaz misafirlere.
En iyisi kendi kendime konuşmama, kurgulamama sebep olacak o anı, o fikri ya da o şevki yaşatan her neyse onu beklemek ve tazeliğini kaybetmeden canlandırmak.
Ama hepsinden önce;
bayatlamak nedir bilmeyen bu tembelliğin hakkından gelmek lazım.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Bayramlık Mesaj

Yaşımı hatırlayamayacak kadar çocuktum.

Beyaz, bez bir torbanın içindeydi bana hediye edildiğinde. Teyzemin getirdiğini biliyorum ama o gün onu bana veren teyzem miydi yoksa annem miydi hatırlayamıyorum.

Siyah,

Süet,

Bağcıkları özenle çaprazlanmış,

Boyu dizimin biraz altında,

Oldukça da zarif bir ÇİZME.

O kadar güzeldi ki! Hemen denemeliydim. Hemen giyip havamı atmalıydım. Hemen herkese göstermeliydim. Hemen giydim ve o günü bitirdim çizmelerimi hiç çıkarmadan. Günün sonunda uyuyakalınca çizmelerim de ayağımdan çıkmış oldu. –Anne faktörü. Hiç durmaz, hemen harekete geçer. -

E serde çocukluk varsa, her yeni günün heyecanı başkadır. Gün sana yeni heyecanlar getirmiyorsa sen de kendi heyecanını kendin yaratırsın; çocuksan. Büyüyünce işler değişir tabi ama şimdi buna hiç girmeyelim.

Ertesi gün uyandığımda, günün vaka-i heyecanı ‘bayramlık alışveriş’iydi. Çizmelerimi de unutmuş değildim. Sabah ilk iş onları giymek istedim ve alışverişe onlarla gitmek. Ama…

Tahmin edebileceğiniz gibi, bayrama birkaç gün varsa o çizmeler artık bayramlıktır. Bayrama kadar temiz temiz beklemelidirler. Hem bugün yeni ciciler de alınacaktır bayram için, ne güzel! İşte böyle tatlı tatlı -olmazsa zorla- ikna edilirsiniz. Mızmız bir çocuk olmama rağmen o ‘zorla’ kısmına getirmedim olayı. Yani, sanırım. O kısmı hatırlayamıyorum.

Tatlı tatlı ya da zorla, o çizmeler torbasına konulur ve yatağın kenarında beklemeye alınır. Bayramlık kıyafetler de yanına.

(…)

O bayramın başrolü çizmelerdi. Kıyafetlere dair bir şey hatırlamayışımı buna veriyorum.

“Yarın bayram! Bir sürü şeker! Bir sürü çikolata! Gezmeler! Bayram harçlıkları! Ne güzel! En heyecanlısı, yarın yeni kıyafetlerimle, çizmelerimi giyeceğim!...” şeklinde düşünceler akıp giderken, çizmelerim başucumda, koyduğumuz yerde mi diye kalkıp baktığımı hatırlıyorum. Evet, ordaydı! İçimde yeni bir heyecan dalgası daha… Gülümsedim ve uykuya daldım; bir an önce sabah olsun diye.

Ve bayram sabahı erkenden uyanılır, şık şıkıdım hazırlanılır, bayram karşılanırdı. Sonrası, iyilik sağlık.



Yarın bayram!

Evet, bizde hala erken kalkılır, mecburen, ve hazırlanılır. –Anne faktörü. Hiç durmaz, hemen harekete geçer. - Ama bir sürü şeker, bir sürü çikolata ve harçlıklar umurumda değil. Gezmeler de umurumda değil. Ziyaret edeceğim pek kimsem de yok. Bu kadar umursamazken, bayramlıkları da umursamayı bir kenara atmaktan kendimi alamadım; yeni cicilerim yok ve umurumda da değil.

Yarın benim için sıradan bir gün değil, çünkü bayram.

Yarın benim için bayram günü de değil, çünkü…

İşte bu yüzden her bayram zamanı böyle bir buruk hissederim, Arada kalmışlığın burukluğu. Heyecanımı kaybetmiş olmanın burukluğu…

Şimdi soruyorum:

- Çocukluğumuz geride kaldığı için mi kaybettik bayramlık heyecanımızı,

yoksa

- Başkalaştı mı değerler ve heyecanlar?

Yarın ne?

Heyecanım nerede?

7 Kasım 2010 Pazar

Beni Hayata Uyandıran Rüya


(vitae= hayat (Latince) )
Yine uçurumun kenarına gidip, sonsuzluğu hayalleriyle süslediği günlerden birinin sonunda Vitae, gördüğü rüyanın etkisiyle sıçramış yataktan. Uzun zamandır tek düze dünyasında alıştığı hayatı yaşayan Vitae o an karar vermiş bir şeyler yapmaya. İçinde yaşadığı dünyanın keşfedilmeyi bekleyen tarafları olduğunu hissediyormuş. Zaten hep hissedermiş daha fazlasının olduğunu, zaman zaman hayaller kurarmış da cesaret edemezmiş uzaklara gitmeye. Onu sıçratan bu rüyadan sonra bunu ortaya çıkarmak, hiç kimseye değilse bile kendine göstermek istemiş.
Ve sonunda yollara düşme vakti gelmiş.
Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bu keşfetme cesaretini bulmasına yardım eden hayallerinin mekânı olan uçurumun kenarına gelmiş. Uçurumdan sonrası ona sonsuz göründüğü için hep burada hayaller kurar, sonsuzluğu doldururmuş kendince, kendince sonsuz hayal gücüyle. Ancak bu kez uçurumun kenarında gölgesine uzanıp hayal kurduğu ağacın altına geldiğinde gözlerine inanamadığı bir manzarayla karşılaşmış. Uçurumun başlaması gereken yerde hayal ettiği dünya uzanmaktaymış. Hızlı bir heyecan dalgası, mutluluk, sevinç ardından pek hoş gelmemiş hayal kırıklığı. Çünkü hayal ettiği, koskoca sonsuzluğu doldurduğunu sandığı dünyanın bittiği yeri olduğu yerden görebiliyormuş. Uçurumu görebiliyormuş. Yeni bir uçurum girmiş hayatına. Belki de yeni hayallerin sınır tanımaz başlangıcı…
 Başlarda keşfetmeye cesareti olmadığını söylemiştik. Hal bu ya, Vitae, hayal etmenin sınırıyla işte o an tanışmış. Aslında hayal etmenin sınırsızlığıyla…
Hayal edebilmek de cesaret işiydi, her şeyden önce kendi olabilmeye cesaret edebilmeliydi, bunu anlamıştı. Kendi dünyasını şekillendirebileceğini bunun için yaptığı seçimlerde de cesaretli olması gerektiğini keşfetmişti, yaşadığı hayal kırıklığıyla. Sınırları hayatına sokan oysa- sınırların sahibi oysa istediği gibi oynayabilirdi de onlarla, görmüştü. Bir anda keşfedilmeyi bekleyen dünya, kendisi olmuştu sanki.
Böylesi bir iç yolculuktan sonra cesaretini toplamış, cesaretini topladıkça hayal etmiş, hayal ettikçe sınırlarını genişletmiş, sınırlarını genişlettikçe hayal etmiş, hayal ettikçe daha çok cesaretlenmiş, cesaretlendikçe sınırlarını genişletmiş, sınırlarını genişlettikçe cesaretlenmiş, hayal etmiş, güçlenmiş…  Kendini, sınırlarını, sınırsızlıklarını, sonunu, sonsuzluğunu ve daha fazlasını keşfetmiş.
Keşfettikçe keşfetmiş daha büyük bir arzuyla; kendisini ve dünyasını.
Vitae’nin yenidünyasında uçan atlar, güzel tanrıçalar, pembe gökyüzü, sonsuz mutluluk, sonsuz adalet, sonsuz barış var mıdır bilinmez ama masala benzemeyen bu masalı okuyan kişi, yalnızca o kişi, gözünü kapadığında bir anlığına görür Vitae’nin dünyasını ve sonra kendi dünyasını keşfe dalar.
Vitae’nin onu sıçratan rüyasına gelince; o da benim gibi gördüğü rüyaları hatırlamıyormuş. Bir anda onu cesaretle, şevkle dolduran rüyayı hatırlayamamış ama hissettiklerini hep içinde yaşatmış. Hatırlayamadığı bu rüyasından “Beni Hayata Uyandıran Rüya” diye bahsetmiş soranlara.
Seni hayata uyandıran bir rüyan varsa ne mutlu sana. Seni hayata uyandıran birçok rüyan varsa hele… Ama yoksa o rüyayı bir gün göreceğine inanarak uyu; devamı gelir mutlaka.
İyi Uykular

3 Kasım 2010 Çarşamba

Eskilerden Bir Parça Bugün Depreşen Duyguların Hatrına

Benim Güzel Dostlarım(!)

Ne var biliyor musunuz benim güzel dostlarım(!)? “ ‘İyi ki varsın’ hayatımda” dediklerim, diyebildiklerim teker teker yok oluveriyorlar ortadan. Hâlbuki daha paylaşılacak ne de çok şey vardı; size, bize, hepimize, hepinize dair… Ve ben korkuyorum artık. Varlığınızdan, en az yokluğunuz kadar korkuyorum. Teşekkürler!

Bir göz kırpıp hayatımın kenarından gidecekmişsiniz meğer ben fazla abartmışım varlığınızı. Henüz alışamadım, kusuruma bakmayın sakın size fazladan verdiğim değerler için. Bilen bilir ben göz falan kırpamam. Ne fiziken, ne de ruhen. Kimsenin hayatına ‘Bir bakıp çıkacaktım!’ diye giremem- yaşanmış, yaşanacak hayal kırıklıkları yüzünden… Hal böyle olunca benim güzel dostlarım(!), hayatıma giren her yeni vücutta, her yeni ruhta yine devam ediyorum sizlere hak etmediğiniz değerleri vermeye. Akıllanmıyorum. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ne kadar acıtırsanız acıtın akıllanmayacağım da! Sizi sevmeye devam edeceğim. Birçok şeyi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Varlığınızı önemsemeye devam edeceğim. Ve siz birer birer yok olup gittiğinizde üzülmeye de… Öyle ya; benim ihtiyacım var varlığınıza, peki sizin bu rahatlığınız neden!?

Ahh, durun söylemeyin benim güzel dostlarım(!) , ben biliyorum galiba bu rahatlığın nedenini. Ama tamam ben de susuyorum, madem siz gizli kalsın istiyorsunuz öyle olsun...

Ne zaman isterseniz o zaman arkanızı dönüp, defolup gidebilirsiniz. Hayır, hayır sorun değil. Fazladan sorumluluk altına girebilmek herkesin harcı değil anlıyorum sizleri ve her gidişte tozlu raflara kaldırıyorum mevcudiyetinizi.

Hoşça kalın benim güzel dostlarım (!) !

(…)

Heyyy! Hayatıma, bana göz kırpmak isteyen yeni ruhlar, korkmayın benden gelip geçmekten… Hayatta gelip geçici olmak sizi üzmüyorsa çekinmeyin! Her birinize, büyük, parlak, sıcak, kararlı, büyüleyici birer dilim sunabilirim kendimden, tadabilirsiniz beni. Sonra bir kalıcılığı olmayan yolunuza devam edersiniz. Belki düşünmezsiniz bile ama yine de söyleyeyim, merak etmeyin beni. Aldığı tatla yetinmeyip, ikinci dilimi ve dahasını istemekten korkmayan gerçek ruhlarla devam edeceğim ben de yoluma… Arada yokluğunuzu hissedeceğim çünkü ben sizler gibi olmayı henüz beceremedim, üzgünüm. Ve…

Hoşça kalın!

“Ey ulu yıldız..! kendilerine ışık saçtıkların olmasaydı,
saadetin nerde kalırdı..! “
Nietzsche

1 Kasım 2010 Pazartesi

Seninki Kaç Santim




Bu görsel, aldığınız dergiyi açmaya çalışırken bir anda eklerin arasından ayağınızın dibine düşse ilk tepkiniz ne olur?
Hamsi- 9cm
Tekir- 11cm
İstavrit- 13cm
Mezgit- 15cm
Levrek, lüfer, palamut, kalkan!

Ben kendi kendime "Nası yani?" dedim ve o an yüzümde pis bir gülümseme olduğuna da eminim.
Elimdekini evirip çevirince olayı anladım ve çok hoşuma gitti. Önüme gelen herkese gösterdim.
Onların da ilk tepkileri benimkinden farklı olmadı ve ikinci tepkileri de!
Çok başarılı bir reklam...

Şöyle ki: 

"Bugün dünya denizlerindeki büyük balık türlerinin yüzde 90'ı, toplam balık türlerinin ise yüzde 60'ı tükenmiş durumda. Olgunluk çağına gelen bir balığın her yumurtladığında binlerce balık ürettiği unutulmamalıdır. Sağlıklı denizler ve sürdürülebilir balıkçılık için asla yavru balık satmayın, almayın, tüketmeyin. Her balığı, bu cetvelle ölçerek, olgunluk boyuna ulaştığından emin olarak alın." GREENPEACE
gibi bir söylemleri var ve bunun için internet üzerinden eylem yapıyorlar.

Detaylı bilgi için: http://www.kacsantim.org/

Hoş geldiM

Kendime "Hoşgeldiin" demeyi bir borç bilirim,
Kendine "Günaydın!" demeyi, farketmeden, alışkanlık haline getirmiş biri olarak.

Kendisine "3. Tekil Şahıs" muamelesi yapanlardan pek haz etmem ama arada ben de yaparım.

Kendimize göre yaşayabilmeliyiz ki mutlu olabilelim/ yakın durabilmeliyiz, çok uzağa gidersek başkası oluveririz/ izin verebilmeliyiz zira sınırlar çizip içinde mutlu olabileceğini sanmak aptallık olur/ güvenebilmeliyiz ve kanıtlayabilmeliyiz bu güveni/ gülebilmeliyiz/ sövebilmeliyiz ve arada başkalarına da/ (...)

Kendinize aldığınız şeyleri öyle alelade torbalara doldurmayın! Hediye paketi yaptırın. Niye başkalarına gösterdiğiniz özeni kendinize de göstermeyesiniz ki? Benim abarttığım ve "Bunu hediye paketi yapabilir miyiz kendime hediye alıyorum da" dediğim çok olmuştur.

Kendilerine sorulduğunda herşeyi bilirim havasında olanlar neden iş cevap vermeye geldiğinde bile itiraf edemezler bilmediklerini. Sözde yiğitliklerine b** sürülmesin diye mi? Peki bu sorulduğunda herşeyi bilirim havasında olanlar bilmezler mi, görmezler mi yemediğimizi? Bilmemekten korkulur mu?!

Neden yapıyorum bu zırvalama seansını?
...
Sırf kendimi değil; seni-beni-onu, sizi-bizi-onları da işin içine katabilmek için 6K1N yazıverdim işte.
...
Ben seni ondan ayırmazsam
Sen beni ondan ayırmazsan
O da ayırmaz o zaman seni benden, beni senden
Böylece ya "Birlikten kuvvet doğar." cı olup hep beraber mutlu mesut yaşarız ya da "Nerde çokluk orda b**luk." cu olup işin kolayına kaçar, yalnızlaşırız.