18 Ocak 2011 Salı

Davetsiz


Biten günün ağırlığı yine tüm yorgunluğuyla çökmüştü üzerine. Kaçar gibi çıkmıştı ofisten. İşini sevmiyordu ki! Hiçbir zaman masa başı bir işi olsun istememişti. Tüm bu sıradanlık, kalıplar, kravatlar, takım elbiseler ona göre değildi. Hem ne diye sakallarını kesmek zorundaydı ki? Üniversite yıllarını, dolup taşan enerjisini, hayallerini (…) geçirdi aklından ve camdaki yansımasından kendine ‘Şu haline bak!’ dercesine bir bakış fırlattı, apartmana girerken. Sıkıntıyla harmanlanmış yorgunluktan kapanmak üzere olan gözlerine, dudaklarının gülümsemeyi beceremeyen kıvrımlarına, özenle jölelenmiş sevimsiz saçlarına baktı. Geçmişte bıraktığı yıllar o kadar da uzak değildi, oysa o ne kadar vazgeçmişti kendinden. Hala yakışıklıydı ama işi bitmiş bir yakışıklı…
Şöyle bir silkelendi, apartmana girdi ve omuzları düşmüş, kafası önde aheste aheste çıkmaya başladı merdivenleri. Bir yandan ceplerini yokluyordu. Kapısının önüne geldiğinde anahtarının evrak çantasının ön gözünde olduğunu hatırladı. Seri bir hamleyle çantadan anahtarları çıkarıp kapıyı açtı. İçeri girdiği gibi çantasını sağ tarafa ayakkabılığın yanına atıverdi ve ışığı açtı. Işığı açtığı an gelen tıkırtılar tüm yorgunluğuna rağmen dikkatini toplamasına yetti. Temkinli adımlarla koridorda ilerlemeye başladı. Oturma odasına girip ışığı açmak üzere elini duvara doğru uzattığı sırada anlık bir acı hissetti ve aniden her yer karardı.
(…)
Kendine geldiğinde, kafası bütünüyle ağırlaşmıştı ve canı yanıyordu. Hala karanlıktı her yer. Hiçbir şey göremiyordu. Ağzını açamadığı için iniltileri duyuluyordu sadece. Ayağa kalkmayı, ellerini kullanmayı denedi ancak nafile. Olduğu yere çakılı kalmıştı. Elleri, ayakları, gözleri bağlı, ağzı bantlıydı. İçinde bulunduğu durumu kavramaya çalışırken tek duyabildiği topuk sesleriydi. Ve ardından gelen kadın sesi:
“Nihayet kendine geldin! Bu gece öyle planlarım var ki senin için… Bayılacaksın! Çok kısa sürede sonsuz şeyler yaşatacağım sana ve sonsuzluğa kavuşacaksın.”
İnlemeye, olduğu yerde, ayağa kalkabilecekmiş gibi debelenmeye devam etti. Kadın sürekli konuşuyordu, anlayamadığı bir takım şeyler söylüyordu ve o sadece sesi takip edebiliyordu. Böylece tehlikenin saat kaç yönünde olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Kadın konuşuyordu:
“Sıradan soluklardan beslenen sıra dışı planıma bayılacaksın!”
Ne yapacağını bilemez halde öylece otururken bir yandan ses tonundan yada belki kokusundan kadını tanırım diye kendini zorluyordu. Hafızasının derinliklerinde dolaştı ancak hiçbir iz yoktu. Kadın konuşmaya devam ediyordu ve üzerine doğru yürüyordu. İyice gerilmiş tekrar debelenmeye başlamıştı.
“Her türlü ayrıntı düşünüldü. Ben hiç başrol olmamış gibi sıradan bir kadın olacağım yine. Burada olanlardan kimsenin haberi olmayacak. Öyle ki ben bile unutacağım.”
diyordu kadın ve bir de kahkaha sesleri eklenmişti topuk seslerine.
“Benim planımda sahneye çıkma sıran geldiğinde diğer bir planda sahneden çoktan inmiş olacaksın.”
Kadının kollarını boynunda hissetmişti. Merak, öfke, korku, bilinmezlik hepsi birbirine karışmıştı. Kimdi bu kadın, n’oluyordu? Kadın arkaya doğru uzanıp gözlerindeki bağı çözdü. Adamın meraklı bakışları kadının yüzünde toplandı ve birden hayal kırıklığına uğradığını hissetti. Daha fazla korkmuş olmasıysa anlam verememesindendi. Kadının neye benzediği umurunda değildi artık sadece izliyordu. Hayal kırıklığı hissetti çünkü bu ana kadar hep bir ümidi vardı, ona bunları yaşatanın tanıdık bir yüz olacağına inandırmıştı kendini fark etmeden. Kafasında bin bir düşünceyle kadını izlerken o deli gibi oradan oraya yürüyor, kahkahalar atıyor, bir an duruluyor ve konuşmaya devam ediyordu:
“Bin bir sözcüğün, bin bir dokunuşun eşliğinde gerçekleştireceğim planımı. Bir parça merak, bir parça korku, bir parça heyecan, bir parça yalan, bir parça aldatma ve bir parça sevgi de olacak içinde her ikimiz için; yada bir parça kan…”
Anlam veremediği tüm bu anın içinde anlam veremediği tüm bu cümleleri kabullenivermişti bir anda.
Rahatladı.
Kadın arkasından yaklaşırken o sadece topuk seslerini dinledi ve gözlerini kapadı.
Kabullenmişti.
Anlam veremediği koskoca hayatını da böyle kabullenmemiş miydi işte?
Sadece şikayet etmiş ve rutinine devam etmişti.
Şimdiyse, seçme hakkı yoktu.
Önüne geleni yiyecekti.
Ölecekti.
Tüm bildiği, tek bildiği buydu…......

Hiç yorum yok: